filmizle42

Yararlı Bilgiler (Sf24)

 

Ölümden Sonra Diriliş

 | Genelİslam | 26 Aralık 2012

Öldükten sonra dirilmek, yeniden bambaşka bir hayata başlamak, çürümüş bedenle dirilip yeni bir hayata merhaba demek…

Gerçekleşmesini hayal bile edemeyecek derecede zor olan bir konu.
İmanın şartları arasında yer alan ve bizlerin ‘’Evet iman ettik. Öldükten sonra dirileceğimize, ayrı bir aleme gideceğimize inanıyoruz.’’ Dediğimiz bir konu. Fakat karşımıza alıp düşündüğümüzde, biraz kafa yorduğumuzda aklen içinden kolay kolay çıkamayacağımız ve nice insanların Allah’ı kabul etmemeye sebep olarak gösterdikleri bir konu ‘’ölümden sonra yeni bir hayat’’.
O kadar zor bir konu ki İbn-i Sina gibi büyük bir alim dahi bu konu hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle açıklayarak bu konunun zorluğunu belirtiyor; ‘’İman ederiz fakat akıl bu yolda gidemez.’’
Peki bir Müslüman olarak biz bu konuya nasıl inanıyoruz? Gerçektenaklen ve mantıken onaylayıp inanıp kabul ediyor muyuz yoksa sadece anne babadan öğrenme bilgilerle mi onaylıyoruz ölümden sonra ki hayatı ve ahretin varlığını.
Mesela bir grup ateist karşınıza geçip sizden şöyle bir istekte bulundular: ‘’Biz Allah’a inanmak istiyoruz fakat aklımız ve mantığımız öldükten sonra dirilmeyi ve yeni bir hayatın başlayacağını kabul etmiyor. Sen Müslümansın senin bu konuda inancın sağlam. Bize ahiretin varlığını delilleriyle açıklar mısın?’’ 
Sizin o ateistlere cevabınız ne olurdu? Akla ve mantığa uygun bir cevap?
‘’Biz Müslümanız, Allah Kur’an-ı Kerim’de yazmış, bak işte ayet var. Allah öldükten sonra hayat vardır diyorsa vardır.’’
Tahminimce karşı tarafa verilecek olan cevap bu veya buna benzer bir cevaptan başka bir şey olmazdı. Kur’an-ı Kerim’i kabul etmeyen ateist, kitapta yazan ayetleri de muhakkak kabul etmeyip, akla ve mantığa uygun cevaplar arayacaktır.
Şeytan’da müslümanın ahiret inancının bir delil üzerine olmadığını bildiği için oda Müslüman bir insanı imansız kabre göndermek için Müslümanın ölüm anında ona sevdiği bir insan suretinde yaklaşıp, ahiretin olmadığı yönünde vesveseler verecektir. Müslümanda hem bu ahiret konusundaki inancı sağlam deliller üzerine olmadığından ve o anki ölüm korkusunun da etkisiyle şeytanın vesveselerinin etkilenip, onun dediklerini kabul etme ve ahret alemine imansız gitmek gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalacaktır.
Şuanda çoğumuz kendimize ‘’ölümden sonraki hayata olan inancımız da sağlam bir delil ve aklımızın kabul edebileceği bir cevabımız var mı?’’ diye bir soru sorsak, muhtemelen vereceğimiz cevap ‘’Maalesef yok, sadece iman edin denildi bizde iman ettik.’’ Olacaktır.

 

İşte bu bizlerin tahkiki iman değil taklidi imana sahip olduğumuzdan kaynaklanıyor.

Cenab-ı Hakk kutsal kitaplarında, kullarından ahrete iman etmelerini istiyorsa muhakkak ki bununda mantıki ve akla uygun bir açıklamasını da yapmıştır… Kul yeter ki o cevabı arasın.
 
Ölümden sonraki hayat konusu Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Haşir Risalesi adlı eserinin bir kısmında şöyle geçiyor:

 

‘’ Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat, bahusus büyük muhteşem bir saltanat, hüznü hizmet eden mutilere mükafat ve isyan edenlere mücazatı bulunmasın!. Burada yok, demek başka mahkeme-i Kübra var.’’

Dünyada milyonlarca insan var ki zulme uğruyor, eziliyor, öldürülüyor ama kendisine zulüm eden zalime karşı hiçbir şey yapamıyor. Mazlum mazlumluğuyla, zalim zalimliğiyle ölüp gidiyor bu alemden.

 

Bu büyük bir adaletsizliktir. Böyle bir adaletsizlik Allah’ın Rububiyetine uymayacaktır. Bu dünyada mazlumla zalimin hesabı görülmeden kapanıyorsa demek ki başka bir alemde bu hesap görülecek!

BİR DİĞER DELİL !
İlkbaharda yemyeşil ve capcanlı olan bir ağacın, sonbaharın gelmesiyle birlikte yapraklarını döküp kurumaya başlandığı sadece kupkuru dallarıyla kaldığı görülür. Ama bir dahaki sene tekrar ilkbahar geldiğinde o kuruyan ağaç Allah’ın o ağaca can vermesiyle tekrardan dipdiri olmaya yapraklarını, çiçekleri açıp cıvıl cıvıl olmaya başlar… Ağaçtaki bu değişimi birkaç kez görmeyen, bu konuda bilgisi olmayan bir insana ‘’bu ağaç kuruduktan sonra tekrardan canlanacak, yapraklarını ve çiçeklerini açacak’’ denildiği zaman o insan bu sözü ciddiye almayıp, asla inanmayacaktır.

 

Aynen ağaç misali gibi şuanda da hiçbir insan ‘’öldükten sonra dirilip tekrar dünyaya gelen bir insanı’’ görmediği için bu konuya direk inanması kolay olmuyor ve olmayacaktır.

Halık-ı Kainat olan Allah insanı eşref-i mahlukat olarak halkedip yaratmış, bu kadar canlı türleri arasından onu Kendisine muhatap almıştır. Yarattığı milyonlarca tür arasından en çok değer verdiği varlık olarak insanı seçmiştir. O insana ateist, Hıristiyan, Yahudi, Müslüman olduğuna bakmadan binlerce nimet vermiştir.Ona hayat vermiştir, hayatın içinde güneş vermiştir hava, su vermiştir…. Mükemmel bir sistemde olan vücut sistemini vermiştir… O vücudu yönetebilecek akıl vermiştir… bunların yanında çevresini güzelleştirecek canlılar olan ağaçları, dağları vermiştir bin bir çeşit türdeki güzel canlıları vermiştir… Yani yarattığı kuluna mükemmel bir şekilde özen gösterip ona en güzel şekilde sahip çıkmıştır. 
Şimdi hiç mümkün müdür ki, bu kadar özen gösterdiği milyonlarca, milyarlarca kulunu öldürüp yok etsin onları yokluğa bıraksın?  Akla ve mantığa uygun bir şey mi sizce?
Düşünün ki bir insan ayrı ayrı yerlerden, ayrı ayrı değerli malzemeler, cihazlar getirip kendi elleriyle uğraşıp minyatür bir şehir yapacak. O  şehrinin içine yine minyatür insanlar, hayvanlar, dağlar, ovalar yerleştirecek ve o yaptığı şehre çok özen gösterip o yaşantıyı uzun yıllar boyunca sürdürecek ama sonra hiç beklenmeyen bir anda o şehirde yaptığı her şeyi yerle bir edip bozacak. Ne kadar saçma bir sonuç değil mi? O insanın yıllarca özene bezene yaptığı o şehri ve içindekileri bir anda yıkıp bozması onun akıl yeteneğinden uzak olduğu gösterir.
İşte içinde yaşadığımız kainat sarayını yaratan ve bu sarayın içindeki en değerli varlık olan insanı bir gün öldüren Yüce Allah o insanın ölümü ile her şeyi bitirmeyecektir! Bitmesi bir arızanın meydanda olduğunun göstergesi olur.
ÖLÜMDE HAYAT GİBİ BİR NİMETTİR !
İnsanın birkaç sperm damlasından oluşması, anne karnında dokuz ay yaşaması ardından oradan dünya hayatına gelmesi ve zamanla bugün ki halini alması basit bir şey, önemsiz bir şey olmadığı gibi ölüme de basit bir şekilde olmayacaktır!
Ölümüyle yok olmayacaktır!
Bedizzaman Said Nursi ölümü şöyle tarif ediyor:
Sizlere müjde! Ölüm hiçlik değil, idam değil, dağılmak, parçalanmak değil, boşu boşuna gitmek değil, ebedi bir ayrılık değil, rahmeti ve hikmeti sonsuz olan Allah tarafından bir terhisat bir, bir mekan değişikliğidir. Asıl mekana yolculuktur. Yüzde doksan ahbabın bulunduğu yer alan alem-i berzaha yolculuktur.
- Ölüm hayat vazifesinden bir terhistir!
- Ölüm bir paydostur!
- Ölüm bir vücut değişikliği, elbise değişikliğidir!
- Ölüm baki bir hayata davettir!
- Ölüm bitiş değil başlangıçtır!
 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

159 total views, 3 today

Dedemin Hikayeleri

 | Tarih | 26 Aralık 2012

Sizinle kendi yaşamış olduğum bir geceyi anlatmak istiyorum. Bundan yaklaşık 10 yıl önceyddi yaşım 14′dü bir gece köyde dedemle oturup sohbet ederken laf dedemin çocukluğuna geldi. Ben hemen sordum dede küçükken yaşadığın gizemli olay varmı diye demez olaydım. Dedem meğer sır küpüymüş. Adamın başından geçmeyen kalmamış.

Dedem benim bu heyecanlı soruma karşılık başladı anlatmaya o anlattıkça ben de korkmaya başladım.  Aklımdan geçen tek düşünce  bu gece nasıl yatacağım. Oluyrdu. Çünkü hep üç harflileri anlattı birde çocuğum tuvalete bile gidemez oldum. Neyse gece herkes evine gittiğinde ben odamda bir sağa bir sola dönmeye başladım. Uyku gözüme girmiyordu. Bir ara dalar gibi olurken

Kulağıma bir ses ilişti tın tın tın diye, ne olduğunu anlamaya çalışırken dedemin anlattığı hikaye aklıma geldi. Bir gece üç harfliler ahırda tenekelere vurup kaçıyorlarmış. Aha dedim geldiler. Hemen nas ve felak okudum ama nafile, ses kesilmiyordu. Bir cesaret çatıya çıkıp bakacaktım.

Yataktan yavaşça kalktım. Kapıyı araladım birde ne göreyim ışık yanıyor. İyice korkmaya başladığım sırada birde kapı açılmaz mı gıcırt aha bayılıyorum demeye kalmadı eniştem çıktı. Benden soğuk bir ter boşaldı sonra enişteme durumu anlattım. Çatıya çıktık. Birde ne göreyim tın tın tın sesi bizim harç yapmak için kullandığımız tenikeden geliyor. Rüzgar deydikçe sallanıyormuş.

İşte merakımın bana bedeli bir gece uykusuz kalmak oldu. Sizde de böyle gizemli olay varsa lütfen paylaşın okuyalım

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

98 total views, 1 today

Tuz Gölünde Yürümek?

 | Bilim | 26 Aralık 2012

Ankara, Konya ve Aksaray sınırları içerisinde yer alan ve Türkiye’nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü, hem sağlık yönüyle hem de film çekimleri ve fotoğraf çekimleri için vazgeçilmez alanlar içinde yer alıyor. Yaz mevsiminde turizme kapı aralayan göl, Kapadokya gezisine gelen turistlerin de uğrak yeri oluyor.

Seyahatleri sırasında Ankara-Aksaray E-90 Karayolu’nu kullananların havaların ısınmasıyla birlikte Tuz Gölü’ne olan ilgileri de arttı. Birçok seyahat acentası ve özel araçlar, gölün eşsiz manzarasını izlemeden ve o anları fotoğrafa dökmeden yoluna devam etmiyor. Birçok vatandaş şifalı olduğuna inanarak çıplak ayakla tuzun üzerinde yürürken, bir kısmı da gölde güneş batımını izlemek için göl kenarında mola veriyor.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

83 total views, 0 today

Kabe’nin İçinde Ne Var?

 | İslam | 26 Aralık 2012

Kabe İslamiyetten öncede vardı.  Nuh tufanından sonra yıkılan Kabenin yerine Hz. İbrahim tekrar inşa etmiştir. Hz. İsmail babasına baba buraya Kabeyi yapıyoruz ama kim gelecek demesi üzerine Allah tarafından sesler gelmeye başlamıştır. Bu sesler neyin nesi deyince Hz. İbrhim gelecekte kabeyi ziyaret edeceklerin ruhları olduğunu söylemiştir. Kabenin içerisinde İslam dininden evvel 360 adet put vardı. Fakat son peygamber Muhammet Mustafa S.A.V gelip İslamiyet kabul olunduktan sonra kabenin içerisine bir şey konmadı. 

 
Şu anda Kabe’nin içirisinde tavana çıkmak için bir merdiven ve üç ağaç sütun bulunur. İç duvarlar ve yerler tamamen mermerle  kaplıdır. Tavanda ise altın ve gümüş kandiller asılıdır. Kapıya yakın bir yerde Hacer-ül Esved taşı yerleştirilmiş ve etrafı gümüş bir çemberle çevrilmiştir. Hacer-ül Esved taşı cennetten gelen bir taş olup ilk geldiğinde nurani bir beyazlığa sahipken daha sonra dünyanın kötülüğünden bir kısmı kararmıştır. Hacer: kara taş demektir.
 
Kabe sadece oradaki taş binadan ibaret değildir. Kabe, yer altından gökyüzene kadar uzanan nurani bir direk gibidir. Kabe’ye veya kabe’nin taşlarına tapınma söz konusu değildir. Puta tapanların niyeti tapınmaktır. Kabe’ye yönelenlerin niyeti taş’a tapınmak değil tapındıkları Allah’ın emrine uymak ve emredilen yöne yönelmektir. Kabe yeryüzünde inşa edilen ilk mesciddir.
 
 
 
Rating: 10.0/10 (1 vote cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

117 total views, 1 today

Nil Nehrine Mektup

 | İslam | 26 Aralık 2012

Hz. Ömer halife iken, Amr bin As (r.a.)’ı, Mısır’ın fethi için vazifelendirmiş, Mısır fetholunduktan sonra da onu Mısır’a vali tayin etmişti. Bir gün Mısır halkı valinin huzuruna çıkarak şöyle dediler:

 
— Ya Amr, Nil Nehrinin bir adeti vardır, o adet yerine getirilmezse nehrin suyu çoğalmaz, kesilir… Halk da açlık sıkıntısı ile karşı karşıya kalır, dediler.
 
Amr bin As Hazretleri:
 
— O adeti nedir? diye sordu. Onlar:
 
— Biz her sene bir fakiri altın ve paralarla kandırır, çocuğunu Nil nehrine atarız, ondan sonra nehrin suyu çoğalır, halk da ondan istifade ederek kazanç sağlar, dediler.
 
Amr bin As Hazretleri, bu cahiliyetten kalma bir adettir diyerek buna müsaade etmedi ve Halife Hazreti Ömer’e meseleyi anlatan bir mektup yazdı.
 
Hazreti Ömer (r.a.), Valiye yazdığı cevabi mektupta:
 
— Kabul etmemekle çok iyi etmişsin. Sana gönderdiğim mektupla bir mektup daha gönderiyorum, onu Nil Nehrine at, dedi.
 
Hazreti Ömer’in Nil Nehrine yazdığı mektupta şöyle yazılı idi:
 
— Ya Nil! Akacaksan Allah’ın izniyle daha evvel nasıl akıyorsan öyle ak! Eğer akmazsan kıyamete kadar bir daha akma!
 
Hazreti Ömer’in Nil Nehrine yazdığı mektubu, vali nehre attı. Ertesi günü nehrin sularının onaltı metre yükseldiği görüldü!..
risaleajans.com adresinde daha detaylı bilgi bulabilirsiniz
 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

103 total views, 1 today

Bermuda şeytan üçgeninin sırrı nedir ?

 | BilimGenelHaber | 25 Aralık 2012

Bermuda Şeytan Üçgeni diye adlandırılan bölgede battığı belirtilen gemiler ya da düştüğü öne sürülen uçaklar kazaların nedenleri konusunda spekülasyonları körüklüyor. Bu kazalar için net bir açıklama getirilebilmiş değil. Ancak, UFO vb. gibi bilim dışı iddialar bir tarafa bırakılacak olursa, okyanus dibindeki metanhidrat yoğuşumlarından serbest kalarak yükselen metan gazı ve gaz balonlarının yol açabileceği, aniden ortaya çıkan dev dalgalar gibisinden spekülasyonlar var.

Bermuda şeytan üçgeni ile ilgili 10 (komplo)teori

1.Rotadan Sapma Efsanesi

Tek açıklama, aslında bu konuda bir açıklamanın olmadığıdır. Tüm Bermuda Üçgeni varsayımları 20. yüzyılda başlayan batıl inançtan başka bir şey değil. Zamanla kitaplar daha da eskiye giderek denizci hikayelerini konu edinmeye başladı, hatta Christopher Colombus’un kendi kayıtlarında bile “Ufukta beliren hareketli ışık huzmeleri”, “Gökyüzündeki alevler”,”Garip pusula göstergeleri”gibi şeyler yazıdıgını görüyoruz. Asıl gizem Bermuda Üçgeni denen efsanenin nasıl başlatıldığı. Ve bu hikayelerin gerek insanlar gerekse konusunda uzman kişilerce hala devam etmesi.

2.İnsan Hatası

İnsan hatası uçakların ve teknelerin kayıplarının en büyük sebebi aslında. Rota ve sensörlerle ilgili karışıklıklar pilotlardan kaynanlanan hatalar. Uçak kazalarının küçük bir kısmını oluştursalar da bu kazaların %87si ölümle sonuçlanıyor. Ayrıca Bermuda Üçgeni bölgesinin yoğun bir bölge olması da daha fazla kayıba ve kazalara yol açıyor. İnsan hatası en büyük neden olarak gösterilebilir ancak birinci sırada yer alan sebep daha çok tartışma yaratacak bir konu.

3. Hava ve Azgın Dalgalar

Karayipler-Atlantik fırtınaları tahmin edilemeyen bir havaya ve Bermuda Üçgeni bölgesinde sağanak yağışlara yol açıyor,bu da azgın dalgaları Bermuda Üçgenindeki kayıpların 3. sebebi yapıyor. Londradaki Lloyd Deniz zamanı Bilgi Servisinde çalışan Norman Hook isre Bermuda Üçgeni yoktur diyor. Bunun yerine hava şartlarını, kayıpların nedeni olarak gösteriyor.

Bölgedeki tahribata neden olan fırtınalar, gemilerin batmasın da ve uçakların kaybolmasında gözle görülebilir ve kanıtlanabilir bir gerçek. Son zamanlarda yapılan uydu araştırmaları, tek bir dalganın bile okyanusun açıklarında 80 metreden daha yükseğe ulaştıgını gösteriyor.

4.Körfez Akıntıları

Körfez akıntıları, okyanusun içindeki bir nehir gibidir. Meksika körfezinden başlayan akıntı Florida boyunca Kuzey Atlantiğe dökülür. 40-50 mil genişliğinde bir alana hakimdir akıntı, ve denizin dibindeki yıkıntıyı saatte 5.6 mil hızla yüzeye çıkarabilir.

Körfez akıntısı bir gemiyi ya da uçağı kolayca hareket ettirebilir, üstelik Bermuda Üçgeni dünyadaki en derin çukurlardan birine sahiptir, 28.000 metreden daha fazla derinliğe sahiptir.

Teknelerin bu çukurlarda sonsuza kadar yok olması oldukça yüksek ihtimal. Umulmayacak kadar yüksek dalgaların, körfez akıntısını aşıp , 8 metreden daha yükseğe ulaşması bekleniyor. Bu da kayıp uçak ve gemilerin bulunmasını daha da zor hale getirir.

5. Jeomanyetik Alanlar

Üçgendeki sebepsiz kayıplar pusula ve navigasyon problemleriyle ilişkilendirilir. Bu da jeomanyetik alanları gerçek kılıyor ve Üçgendeki kayıplara mantıklı bir açıklama getiriyor. Jeomanyetik alanlardan kaynaklanan manyetik ekipman problemleri, bunun için 5.sırada yer alıyor.

Birçok kişi bu bölgede manyetik anormallik oldugunu iddia ediyor ve bölge tam kuzey ve tam güneyin sıralandıgı dünyadaki iki yerden biri olma özelliği taşıyor. Rob Gregor’un ve Bruce Gernon’un “Elektronik Kurbaga” teorisiyle ilişkili olarak, güçlü elektronik dalgalar dünyada tüm yüzeyi kaplıyor ve oradan da atmosfere yayılıyor,arkasında sis bulutu bırakarak…

6.Metan Gazı

6. neden ise Atlantikteki gizemli, okyanus yutan türden bir gaz : Metan gazı. Bermudadaki kayıpların bir kısmı için geniş çaplı varlığıyla sorumlu tutulan bir gaz türü. Laboratuvar çalışmaları, metan gazının , suyun yoğunluğunu artırarak gemilerin batmasına yol açabilecegini kanıtlamış. Sonra kalıntılar suyüzüne çıkar cıkmaz ise Gulf Stream-Körfez Akıntısı denilen akıntıyla yeniden yok oluyor.

Buna ek olarak, çamur volkanları ve patlamalar, gemilerin aniden batmasını engelleyen suyu etkisiz hale getiren bir su üretiyor ve gemilerin batması kolaylaşıyor. Bu gaz gemiler kadar uçakları da etikiliyor.

USGS yayınları bu yayılımın 15.000 yıldır olmadıgını söyleyen tek basım. Böyle bi yayılım gerçekten yok mu? Ya da insanların ellerin de kayıt mı eksik?

7. Yok etmeye Yönelik Kasten Saldırılar

Daha akla yakın olmasına rağmen, daha trajik olan kasıtlı yok etme saldırıları, yedinci sırada yer alıyor. Denizdeki ve uzun süre havada kalma sonucunda sayısız kazazede gerçeği ne insanların savaşmasının acı bir sonucu. Flight 19′dan bildigimiz gibi, kasten yapılan bir saldırı belirtisi ya da herhangi bir ipucu bulunmamakta. Birçok kişi ise o kadar kayıp geminin ve insanın bu saldırılar sonucunda yaşandıgını düşünmektedir.

Kasıtlı saldırıyla anlatılmak istenen şey savaşlar ve korsanlıktır. Dünya Savaşları esnasındaki uçuş kayıtları, sayısız kayıp oldugunu gösteriyor ve kaydı tutulamayanların ise denizaltılar ya da radarlar tarafından batırılmış olabilecekleri varsayılıyor. Korsanlık günümüzde bile denizde yaşanan bir problem . Geçmişte ve günümüzde kayıp gemilerden sorumlu sayısız gemi kaydı bulunmaktadır, hatta efsanevi kaptanları Kabasakal öldükten sonra bile.

8.Uzaylıların İnsanları Kaçırması

Uzaylıların insanları kaçırmasının 10 nedenden 8.si olmasının nedeni: Kaçırma haberleri çok yaygın olsa da, pek de sevilen bir gerçek değil. Mistik kayıplar hakkındaki bu asparagas 1967 yılında öne çıktı, bunu yapansa National Geographic Birliğidir. Tabi ki uzaylıların kaçırılması olayı keisn bir bilgi degil, ama insanlar çoktan uzaylıların insan kaçırmak için gemilere dadandıklarına kendilerine inandırmışlardı bile…

Altmışlardaki bu hayali sis, yetmişlere girilmeye başlandıgında dağılmaya başlamıştı, ama uzaylı fikri 60′lardan sonra da kuşaktan kuşağa geçen bir hikâye olmuştu.

Steven Spielberg bile bir kurgu filmi yapmıştı, ismi Üçüncü Türün Yakın Tanıkları : Flight 19 adlı mürettebat Üçgen’de 1945′te kaybolmuştu. Muazzam bir deniz ve kara araştırması başlatılmış ama araştırma için depolanan 5 kasa bomba da mürettebatı aramaya çıkıldıgında kaybolmuştu. Flight 19, 13 kişilik bir ekipten oluşmaktaydı, ama ne mürettebat ne onları aramaya cıkan 14 insan, ne de kurtarma uçağı bulunabilmişti. Marsa ışınlanmış olabilirler mi?

9. Zaman Çarpıtılıyor

Haber portalları başka boyutlara kaymaya başladı, ya zaman ve boşlukta gözyaşları varsa? Bu teori ipucu yetersizliğinden dolayı 9. sıraya yerlemiş. Bazı raporlara göre son 500 yılda 1.000′den fazla hayat kaybedildi ve 50′den fazla gemi, 20′den fazla uçak da son yüzyılda kayboldu. Amerikan Deniz Donanması ve Sahil Güvenlik bölgede anormal şeylerin oldugunu söylüyor, ama zaman yolculugu?

Bermuda üçgeni en çok karmaşık bölgelerden biri olarak düşünülse de, hala bu fikir yayılmakta ve tahmin edilen kayıpların sayısı bu nedenle kesin olarak belirlenemiyor, Donanma’ya göre.

Bermuda Üçgeninin mavi deliklerinin, Uzaylılar dünyaya geçiş yaparken oluşturdugu kurtdeliği kalıntılarının sonucu olduguna inanıyorlar. Son zamanlardaki bir başka teori de Rob Mcgregor ve Bruce Gernon tarafından öne sürülüyor : Elektronik Kurbağa, zamanda yolculuk özelliklerine sahip!

10. Kayıp Şehir Atlantis’ten Geriye Kalan Teknoloji

Bermuda Üçgeni hakkındaki birçok iddiadan biri de kayıp şehir Atlantis’in konumu ile Bermuda Üçgeninin konumunun aynı yer oldugu düşüncesi 10. neden olarak gösteriliyor. Ünlü medyum Edgar Cayce, 1968′de, arkeologların kayıp şehir Atlantis’e Bimini yakınlarında, Bermuda Üçgeninden bir giriş bulunabilecegini kehanet etmiştir. O zamanlarda, batmış bir kaya oluşumu Bahamalar açıklarında bulunmuştur ve birçok kişi bunun kayıp şehir Atlantis’in varlığının kanıtı oldugunu düşünüyor…

Efsaneye göre, Atlantis şehri kristaller tarafından güçlendirilmiştir. Bu kristaller günümüzde enerji dalgaları gönderecektir ve bu da uçakları ve gemileri rotalarından saptırıp kaybolmalarına neden olacaktır. Komplo Teorisi aynı zamanda, Denizaltı Bölgesi 51 olarak bilinen sualtındaki askeri güçleri de Bermuda Üçgenindeki kayıplardan sorumlu tutmaktadır.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

202 total views, 1 today

Niçin tesbih çekiyoruz?

 | Genelİslam | 25 Aralık 2012

Boncuk, kemik, taş gibi küçük parçaların bir ipe dizilmesi insanlık tarihi kadar eskidir. İlk insanlar avladıkları avın parçalarını ip benzeri şeylere dizer, bir sonraki avda başarı getirmesi için üzerlerine takarlardı. Daha sonraları bu ip takılar kötülüklerden ve düşmanlardan koruması için savaşlarda da takılmaya başlandı. Bugün bile bazı taşların özel uğurlar getirdiklerine inananlar vardır.
Boncukların dini amaçla ve duaları saymada kullanılmasına ilk olarak Hindistan’da, Hindu inanışında rastlanıyor. Tesbihin ataları Hindistan’dan doğuya, sonra Ortadoğu’ya, en sonunda da Avrupa’ya yayılıyor. Tesbihin kullanış amacı Müslümanlık, Hristiyanlık (Katolik), Hinduizm ve Budizm’de aynı olup hepsinde de duaları ve dualar arası bölümleri saymada kullanılır.
Tesbihin İslam dünyasında ne zamandan beri kullanıldığı kesin olarak belli değildir. Hz. Muhammed’in tesbih taşıdığına dair bir kayıt yoktur. Hatta belki Osman Gazi, belki de Fatih Sultan Mehmet de tesbih kullanmadılar. Arşivlerde tesbih ile ilgili bilgilere ancak 16. yüzyılın sonlarına doğru rastlanmaktadır.
Ne var ki, Hz. Muhammed zamanında namaz ve dua sırasında hurma çekirdeği veya çakıl taşı kullanıldığı bazı hadislerden anlaşılmaktadır. İslam’da Peygamber’in namaz kılarken sünneti olan ‘Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahüekber’ kelimelerini 33′er defa tekrarlamanın hangi tarihte başlayıp, yayıldığı da bilinmiyor.
Yüce Yaratıcı’ya 99 ayrı isim veren İslami anlayış, onu anarken her isim için bir işaret olmak üzere ipe dizdiği bu 99 taneli şeye de ‘tesbih’ adını vermiştir. Çeşitli malzemelerden yapılan tesbihteki tane sayısı 33, 99, 500 veya 1000 olabilir.
500 veya 1000′lik tespihler daha ziyade tekkeler ve dergahlarda zikr için kullanılırlardı. Tekke şeyhleri, hastaları veya bir muradı olanları, iyileşmeleri veya muratlarının olması için bu tesbihlerin içinden geçirirlerdi.
Tesbih çekmek, tesbih tanelerini birer birer işaret parmağı ile baş parmak arasından geçirmektir. Ancak günümüzde tespihi bir oyuncak veya el alışkanlığı olarak kullananlara, sallayarak veya çeşitli figürler meydana getirerek dolaşanlara, hatta tuttukları futbol takımının renklerine göre yapılmış tespihleri çekenlere sıkça rastlanmaktadır.
Aslında tespih çekmek din adamlarına özgü bir davranışmış gibi algılanır ama halk arasında da neredeyse bir alışkanlık haline gelmiştir. Tespih çekmenin daha çok kırsal kesimlerde yaygın olmasının nedeninin tespihin boş elleri meşgul edebilmeözelliği olduğu ileri sürülüyor. Sıcak ayları tarımsal çalışma ile geçiren, sürekli ellerini kullanmaya alışmış kişilerin kış aylarında bu boşluğu tespihle doldurduklarına inanılıyor.
Günümüz biliminin tespih çekme alışkanlığına bakış açısı biraz değişik. Bilim insaları, beynimizin, çalışma yaşamının güçlükleriyle, sorunlar, endişeler ve korkularla sürekli basklı altında tutulduğunu, bunun sonucunda sinir hücrelerinin aşırı yorulup yıprandığını ve beynimizn rahatlamak, onu özgür bırakmak, dikkatimizi başka tarafa yöneltmek için tespih çekmenin çok etkili ve faydalı olduğunu söylüyorlar.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

92 total views, 1 today

Acı birşey yediğimizde niçin burnumuz akar?

 | BilimGenel | 25 Aralık 2012

Bunun sebebi acı, baharı ya da keskin kokulu yiyeceklerin mukus salgısının incelmesine ve kolayca akar hale gelmesine sebep olmalarıdır. Bu tür yiyeceklerin bu sayede ciğerlerin ve solunum yollarının temizlenmesine yardımcı olduğu biliniyor. Acı birşey yediğimizde gözlerimiz yaşarır ve burnumuz akmaya başlar. Aslında eşzamanlı olarak aynı şey akciğerlerimizde de olur. Acı yiyeceklerin özofagus yani yemek borusundaki ve midedeki sinir uçlarını uyararak vücudumuzun bu tip tepkiler vermesine yol açtığı düşünülüyor. Kimi araştırmacıların çalışmaları, acı yiyeceklerin içinde bulunan maddelerin, solunumla ilgili hastalıklarda kullanılan ilaçlardaki maddelerle çok benzeştiğini ortaya koymuş. Bunlara ek olarak mukus salgısını bu şekilde hareketlendiren maddelere “mukokinetik” dendiğini belirtmekte fayda var. Kırmızı biber bu tip maddelerin en iyi örneği. Sarımsağın ve soğanın ise mukus temizleyici özelliği var.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

89 total views, 1 today

Eskimolar buzdan evlerini nasıl ısıtıyorlar?

 | GenelHaber | 24 Aralık 2012

Eskimolar adına igloo denen buzdan evler yaparlar. Bu evlerin yalıtımı çok önemlidir. Ana yapıyı oluşturan buz bloklarının arası karla sıvanarak tıkanır. İyi bir igloonun kapısı da yer üstünde olmaz. İçeri girip çıkarken kapının açılıp kapanması, içerdeki sıcak havanın dışarı kaçmasına soğuk havanın içeri dolmasına neden olur. Bundan dolayı buzdan bir ev yapılırken önce geçici bir kapı yapılır ve evden içeri girilir. Asıl kapı evin altındaki kar kazılarak yeraltından geçirilen kapıdır. Bu sayede buz evin yalıtımı tamamlanır. Buzdan ev elbette ki bizim ölçülerimizde sıcacık değilse de, bu sayede oldukça elverişli bir ısıya gelir

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

150 total views, 0 today

Kış uykusuna yatan hayvan uyandırılabilir mi?

 | Bilim | 24 Aralık 2012

Teorik olarak evet. Kış uykusundaki bir canlının vücut sıcaklığı ve metabolizma hızı son derece düşmüş durumdadır. Vücut sıcaklığını artırmayı başarmanız halinde, hayvanı uyandırabilirsiniz. Ancak, uyanma hızı vücut sıcaklığının ne kadar düşmüş olduğuna ve dolayısıyla da normal vücut sıcaklığına erişim için geçecek zamana bağlıdır. Örneğin ayılar, kış uykusuna girdiklerinde vücut sıcaklıkları çok az bir düşüş gösterir. Bu nedenle de uyanmaları çok daha kısa sürer. Ancak kış uykusundaki küçük bir kemirgenin vücut sıcaklığı +2°C’ye kadar düşüş gösterebilir. Dolayısıyla da bu canlının uyanması çok daha uzun sürecektir.

Doğal olmayan bir etken tarafından kış uykusundan uyandırılan hayvanlarda bazı fizyolojik bozukluklar görüldüğünün bilinmesi nedeniyle, arazi çalışmalarında hayvanların uyandırılmaması için uyandırılmaması ve rahatsız edilmemesi için büyük özen gösterilmektedir.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

104 total views, 0 today

Dünya’nın içine girildikçe yerçekimi ivmesi neden azalır?

 | BilimGenel | 24 Aralık 2012

Kalınlığı dr olan, ince bir küresel kabuk alalım. Kabuğun kütlesel yoğunluğu, birim alanı başına ρ olsun. Kabuğun içinde kalan hacimdeki herhangi bir X noktasına,kütlesi mX olan bir cisim koyalım. Bu noktadan kabuğa zıt yönlerde küçük (diferansiyel) birer katı açı uzatalım (dω). Bu katı açının A noktası civarında kapsadığı kabuk alanı |XA|²dω, B noktası etrafında kapsadığı kabuk alanı ise |XB|²dω olur. Dolayısıyla, bu alanlara sahip olan kabuk parçalarının kütleleri MA=ρ|XA|²dω, MB=ρ|XA|²dω kadardır. Dikkat edilecek olursa, MA ve MB kütlelerinin X noktasındaki mX kütlesine etki ettirdikleri kuvvetler zıt yönlerdedir. Kütleçekimi yasası uzaklığın karesiyle ters orantılı olduğundan, bu kuvvetlerin büyüklükleri; FA=G.MA.mX/|XA|² ve FB=G.MB.mX/|XB|² olur. Bu ifadelere MA= ρ|XA|²dω ve MB=ρ|XA|²dω eşitliklerini yerleştirecek olursak; FA=G.ρ|XA|²dω.mX/|XA|² =G.ρ.dω.mX ve FB=G.ρ|XB|²dω.mX/|XB|² =G.ρ.dω.mX elde ederiz. Yani FA=FB. Öte yandan, kuvvetler zıt yönlü olduklarından, birbirlerini iptal ederler. Bu durum, X noktasından küresel kabuğa zıt yönlerde uzanan tüm minik katı açı çiftleri için geçerli olduğundan, sonuç olarak; X noktasındaki mX kütlesine kabuğun tümü tarafından etki ettirilen kütleçekimi kuvveti, net olarak sıfırdır. Kabuğun kalın olması bu sonucu değiştirmez. Çünkü kalın bir kabuk, bizim ele aldığımız gibi ince kabukların içiçe diziliminden oluşur.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

96 total views, 1 today

13 sayısı niçin uğursuzdur?

 | GenelTarih | 24 Aralık 2012

13 sayısının uğursuz olduğuna dair inanç bir çeşit korku hastalığı olarak kabul edilmiş olup adı ‘triskaidekaphobia’dır. Bu inancın kökleri mitolojik tanrıların yaşadığına inanılan çağlara, İskandinavya topraklarına kadar gider. Işık ve güzellik tanrısı Balder’in verdiği ziyafete 12 kişi davetli iken, yalanların ve hilelerin tanrısı Loki, davetli olmadığı halde, zorla 13. kişi olarak katılmak ister. Çıkan tartışmada Loki Balder’i öldürür.
İskandinavya’dan Avrupa’nın güneyine kadar yayılan bu mit, Hıristiyan din adamları tarafından Hz. İsa’nın son yemeğine uyarlanır. Bu uyarlamada Balder’in yerini Hz. İsa, Loki’nin yerini de Judas alır. Bu yemekten 24 saat sonra Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldüğü için Hıristiyanlarda akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelirse bunlardan birinin başına bir felaket geleceğine inanılır.

13 sayısının uğursuzluğuna duyulan inancın kökeninde bir yıl içinde ayın 13 kez dolunay olarak gözükmesinin etkisi vardır.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

112 total views, 1 today

“En güçlünün hayatta kalması” tabirini ilk kim kullanmıştır?

 | Tarih | 24 Aralık 2012

“En güçlünün hayatta kalması” tabirini ilk kim kullanmıştır?Herbert Spencer.

Spencer bir mühendis, filozof ve psikiyatrdı ve yaşadığı devirde Darwin kadar ünlüydü. “En güçlünün hayatta kalması” tabirini, Darwin’in “doğal seçilim” teorisinden etkilenerek ilk kez Principles of Biology [Biyolojininn Prensipleri] (1864) kitabında kullanmıştır.

Darwin, The Origin of Species [Türlerin Kökeni] kitabının beşinci baskısında (1869) kendisi de bu deyimi kullanarak Spencer’a olan saygısını göstermiş ve şu yorumu yapmıştır: “Ben, faydalı olan her küçük farkın korunduğu ilkesine, insanın seçme gücüyle ilişkisini de vurgulamak için, doğal seçilim adını verdim. Fakat, daha çok Sayın Herbert Spencer tarafından kullanılan ‘En Güçlünün Hayatta Kalması’ deyimi daha kesin ve aynı oranda kullanışlı bir ifadedir.”

Herbert Spencer (1820-1903) her biri çocukken ölen dokuz kardeşin en büyüğüydü. İnşaat mühendisliği eğitimi gördü; filozof, psikiyatr, sosyolog, iktisatçı ve mucit oldu. Yaşamı boyunca bir milyondan fazla kitabı satıldı ve evrimci teoriyi psikoloji, felsefe ve toplum çalışmalarına uygulayan ilk kişi oldu.

Ataşın mucidi (Spencer’ın Tutturma İğnesi)

Ataşı icat eden de odur. Bu gerece “Spencer’ın Tutturma İğnesi” deniyordu ve bürosu Londra, Strand’de olan Ackermann adında bir imalatçı tarafından, modifiye edilmiş bir kopça makinesinde üretiliyordu.

Bu icat ilk yılında çok iyi iş yaparak Spencer’a 70 pound kazandırdı. Fakat bir yılın sonunda talep tükendi. Ackerman kendini vurdu ve bu icat 1899′a kadar tamamen yokoldu. O yıl Norveçli mühendis Johann Vaaler Almanya’da modern ataş için patent başvurusu yaptı.

Ataşlar İkinci Dünya Savaşı sırasında Norveçlilerin Alman işgaline karşı direnişinin duygusal bir sembolüydü. Sürgüne gönderilmiş olan Kral VII. Haakon’un yasaklanan rozeti yerine yakalarına ataş takıyorlardı. Daha sonraları Oslo’da Johann Vaaler’in anısına dev bir ataş dikildi.

Günümüzde yılda 11 milyardan fazla ataş satılmaktadır.

Ataşı daha çok ne için kullanıyoruz?

Fakat yapılan bir araştırmaya göre her 100.000 ataştan sadece beş tanesi gerçekten kağıtları birarada tutmak için kullanılıyor. Çoğu, poker pulu, pipo temizleyicisi, çengelli iğne ya da kürdan niyetine kullanılırken, geri kalanlar düşer, kaybolur ya da uzun ve sıkıntılı telefon konuşmalarında bükülür.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

98 total views, 1 today

“Aptal Puma Sendromu” Nedir?

 | BilimSağlık | 24 Aralık 2012

Pumayı bilirsiniz. Hani vahşi kedilerin uzak atalarından. Yaklaşık iki metre uzunluğundaki benekli yırtıcı. Birçok özelliği ile ünlüdür bu ormanların harika kedisi. Ama en çok ta hızlı ve kıvrak koşusu ile tanınır. Avının peşinedüştüğü andan itibaren giderek hızlanan ve vücudunun tüm eklem ve kaslarını ortaya koyan hareketlerini seyretmek bir zevktir. Bu ölüm koşusu bazen pumanın , bazen ise hayatı için koşan kurbanın zaferi ile sonuçlanır.

Peki bir puma avının peşinden ne kadar koşar? İşte ormanların vahşi avcısını uygarlıkların kurucusu insan’a örnek yapacak olanda pumanın bu özelliğidir. Puma avının peşinden sürdürdüğü “ölüm koşusunu” her zaman avının cüssesine göre ayarlar. Yani bir ceylan ele geçirmek için koştuğu süre ile, bir tavşanın peşinden geçirdiği süre asla aynı değildir. Çünkü puma akıllı bir hayvandır ve koşarken harcadığı enerji miktarı, avdan elde edeceği potansiyel enerji miktarını aştığı anda puma koşmaktan vazgeçer. Yenilgiyi kabul edip başka av arar. Bu nedenle ceylanın peşinden fazla, tavşanın peşinden çok daha az koşar.
İşte “aptal puma sendromu” bunun tersini yapan insanların ruh halini ifade etmek için, yani bir tavşanın peşinden yıllarca koşan , sonra da yakaladığı avı bir öğünde bitiren akılsızlar için kullanılır. Başarının sırrı pumalıktan, yani harcanan emek, ulaşılan sonuç ilişkisindeki dengeyi iyi saptamaktan geçiyor.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

107 total views, 0 today

En yüksek ses hangisidir?

 | Bilim | 22 Aralık 2012

Sesin seviyesini ölçmede kullanılan birim Desibel‘dir ve kısaca dB olarak yazılır.

İnsan kulağı inanılmaz şekilde hassas olduğundan bu dBölçüsü de biraz tuhaftır. Kulağımız en hafif bir yaprak hışırtısından, jet motorunun yüksek sesine kadar her şeyi işitebilir. Halbuki jet motorunun sesi insanın işitebileceği yumuşak bir fısıldamadan bir trilyon kat daha fazladır. İnsan kulağı aralarında bir dB fark olan sesleri bile ayırt edebilir.

Desibel seviyesi matematik dilinde “eksponenşıl” denilen şekilde (aynen deprem ölçüsü ‘rihter’de de olduğu gibi) katlanarak artar. İnsan kulağının işitebileceği en düşük ses seviyesiyani sessizlik O (sıfır) dB’dir. Bu seviyenin 10 kat fazlası 10 dB, 100 kat fazlası 20 dB, 1000 kat fazlası 30 dB’dir ve böyle artarak gider. 

Continue reading »

 

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

155 total views, 2 today

Sardunya çiçeği böcekleri öldürür mü?

 | Bilim | 22 Aralık 2012

Bilimsel adı “Pelargonium” olan sardunyanın böcekler üstünde bir etkisi vardır. Ama bu etki, böcekleri öldürmek değil, kovmak olarak tanımlanır.

Bitkinin yaprakları ve sapı, gün boyunca, “geraniol” adı verilen aromatik bir madde üretir. Limon esansına benzeyen bu madde, bitkinin çevresindeki 1-2 metrelik bir kuşakta uçan sinekleri ve böcekleri uzaklaştırır.

Bilimsel deneyler, etkisinin, sıcaklığın arttığı ve nem oranının en yüksek olduğu sabah saatlerinde üst düzeye eriştiğini gösteriyor. Küçük yapraklı türlerin “geraniol” üretimi de düşük olduğundan böcekler üstündeki etkileri zayıftır.

Gerçek sardunyalar, orman kenarlarında ve çayırlık alanlarda gelişirler. Kültürleri ender olarak yapılabilir. Buna karşılık 300′ü aşkın tür ve 900′ü aşkın çeşitle çiçekçilikte önemli bir yer tutarlar.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

102 total views, 0 today

Dev Dalgaların sırrı nedir?

 | BilimGenel | 22 Aralık 2012

Gemicilik ve petrol platformları için her zaman büyük tehlike.

Denizlerin ve okyanusların büyük sırlarından biri olan dev dalgalar gemicilik ve petrol platformları gibi açık deniz yapıları için her zaman büyük tehlike arz eder.

Aniden oluşmaları ve aşırı tahrip güçleri sebebiyle dev dalgalar gemiciler için gizemli ve korkunçtur; gemiciler arasında birçok efsaneye konu olmalarının sebeplerinden biri de budur.

Çok yüksek ve aniden ortaya çıkan dalgalara dev dalga denir. Burada çok yüksekten kasıt, dalganın, oluştuğu süreçte mevcut olan belirgin dalga yüksekliğinin (en yüksek % 33. dalga) iki katından büyük olmasıdır. 

Continue reading »

 

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

126 total views, 1 today

Cialis Nedir ( Tadalafil 20 mg. 30 Tablet ) ?

 | Sağlık | 21 Aralık 2012

Tadafil orgazm zorluğu çeken ve ereksiyon sorunu yaşayan erkeklerin tedavisinde kullanılır.

Cialis hafta sonu hapu olarak bilinen bir ilaçtır.36 saatlik etkisi nedeniyle sizleri her an cinsel ilişkiye hazır halde tutar ve uyarılma ile beraber ultra sertleşme sağlar. Cialis tablet ile her zaman güçlü performans ve bir defadan fazla ilişkiye girebilme gücünü kendinizde bulabilirsiniz. Cialis in etkileri araştırıldığında diğer cinsel güç artırıcı ürünlerin kısa sürede etkisinin azaldığı fakat Cialis ile 36 saat boyunca ereksiyon haline geçiş yapabildikleri gözlenmiştir. Cialis’in alkol ile kullanılması tavsiye edilmez bu tür ürünler ılık su ile tüketilmesi tavsiye edilir.

Kullanımı : Cialis ağızdan yani oral yolla su yardımı ile alınır.Yapılan araştırmalar sonucunda kullanıldıktan sonra ortalama 1 saat içerisinde etkisini gösterir ve bu etki azalarak 36 saat boyunca devam eder. Cialis kullanıcı kitlesi ereksiyon problemi olanlar çeşitli sebeplerden dolayı sertleşme sağlayamayan veya kısa süreli sertleşme sağlayabilen erişkin erkeklerdir.

Yan Etkileri : Cialis ‘in yan etkileri olarak baş ağrısı veya yüzde kızarıklık görülebilir diyebilirz.Fakat bu kişiden kişiye sağlık durumuna göre değişen bir durumdur.Ciddi bir hastalığınız veya kalp sorununuz varsa doktorunuza danışmadan Cialis Tadafil’i kullanmayınız.

http://www.cialistr.net/

 
 
 
Rating: 10.0/10 (3 votes cast)
 
 
Rating: +2 (from 2 votes)
 

241 total views, 1 today

Uçaklardan beyaz duman neden çıkar?

 | BilimTeknoloji | 20 Aralık 2012

Uçakların egzosundan çıkan yakıt artığı gazların yanısıra bir miktar su buharı da bulunur. Su buharı yüksek irtifalardaki soğukta yoğuşarak buz kristallerine dönüşür. Yüksekten uçan uçakların arkalarında bıraktıkları beyaz izler, bu kristallerden oluşur.

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

113 total views, 0 today

Neden bazılarının göbek delikleri çukurken, diğerlerininki çıkıntılı?

 | Sağlık | 20 Aralık 2012

Göbeğe küpe takma modası ve beli açıkta bırakan giysilerle birlikte göbek estetiği de her za­mankinden çok daha popüler oldu. Göbek kusurlarını ebelere ya da doğumu gerçekleştiren doktorlara bağlayanlarsa yanılıyorlar.

Elbetteki göbek, göbek kordonu vücuttan ayrılırken oluşan yaranın kalıntısı… Bu kordon, doğumdan sonra kesiliyor ve bir pens ile sıkıştırılıyor. Ancak, sanılanın aksine bu işlem göbeğin alacağı son şekil üzerinde etkili olmuyor. Bebek, kuru ve büzülmüş kısa göbek kordununu bir hafta içinde düşürüyor.

Göbeğin yapısını belirleyen, doktorun kordonu kesiş şekli değil…

Göbek, yarı şans yarı göbeğin altındaki karın kaslarının yapısının bir sonucu… Ayrıca, ırktan ırka da göbek şeklinde değişiklikler görülüyor. Genel olarak çukur göbekler daha fazla. Çıkıntılı göbeklere ise siyah ırkta daha çok rastlanıyor…

Çukur göbeklerin zamanla çıkıntılı hale gelmesi de mümkün… Bazı çukur göbeklerin hamilelik sırasında çıkıntılı hale geldiği biliniyor. Doğumdan sonra göbek eski halini alıyor. Kim bilir, belki de istedikleri zaman göbeklerini çukur ya da çıkıntılı yapabilen insanlar da vardır…

 
 
 
Rating: 0.0/10 (0 votes cast)
 
 
Rating: 0 (from 0 votes)
 

93 total views, 0 today

 
  •  
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol